Şiir şiir
Ozan Utku Akgün’ün cümlelerini uzun zamandır takip ediyorum ben. “Takip” seçilmiş bir sözcük burada. Üstünde “adı-soyadı-öğrenci numarası” yazılı teksir kâğıtlarını okuduğum yıllardan beri takip ediyorum. Masaya sınav kâğıdı süsü verilmiş şiirler bıraktığı zamanlardan beri. Ya da mesela yıllardır kullanmadığım facebook hesabıma zaman zaman giriyorsam “Utku oralara bir şeyler yazmış mıdır acaba?” fikrindendir. İlerde çok daha fazlasını okuyacağımızı umduğum cümleleri Zihinde Siyah Bir Nokta kitabında karşımıza çıkıyor bugünlerde. Sizin alıp okumanıza birkaç gün var daha. Ben okudum müsaadenizle. Soner Sarıkabadayı’nın vaktiyle dediği gibi: “E hadi git burada durma ama lütfen kapıyı vurma/ İki medeni insanız biz, bu kadar olsun farkımız da.”
Zihinde Siyah Bir Nokta bir şiir kitabı. Düzyazıyla şiir arasındaki kadim gerginliğin altını çizen, -altını oyan mı demeliydim tam bilemiyorum şimdi- bir şiir kitabı. Aslında bir tür nekahet günlüğü olarak tarif etmek çok mümkün. Çünkü Ozan Utku Akgün atlattığı ağır hastalığın ardından kurdu bu cümleleri. Görüyoruz ki hastalığın ve sonrasının getirdiği ruh hallerini dışarda bırakmamış. Tam da tersine, Zihinde Siyah Bir Nokta’da, yaşadığı değişken ve zorlu ruh hallerinin dökümünü yaparak bir ölüm-yaşam portresi çıkarmış.
Esasında şiirleri, diyebiliriz ki, yaşadığı şok sonrasında yaşamı yeniden ve belirgin biçimde çocukça bir ruh haliyle keşfetmenin hikâyesi. Bu haliyle kederli olduğu kadar neşeli bir gün dökümü aslında. Ozan Utku Akgün, kitabın bir şiir kitabı olduğu kadar, metinlerin bir devamlılık arz etmesi sebebiyle aynı zamanda bir anlatı da olduğunu düşünüyor. İki uçta gezinen ruh hallerinin, depresyonun ve maninin, paniğin ve dinginliğin eskizlerini çıkarmaya çalıştığını söylüyor. Ben çıkardığını, beni dehşetten titreyen ellerle içilmeye çalışılan sıcak bir fincan ıhlamurun duygusuna götürdüğünü söyleyebilirim.
Geçtiğimiz günlerde, tivitırda Zihinde Siyah Bir Nokta’nın müjdesini verirken, Ozan Utku Akgün’ün Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü’nün yaşadığı büyük ihraçlardan sonra bölümü sırtlayan hocalardan biri olduğunu söylemiştim. Tekrar hatırlatmış olayım, Ozan Utku Akgün bölümün bel kemiği derslerinden biri olan yazarlık derslerini vermeye devam ediyor. O tivitte bir de “Kaleminin oku göğsünüze saplanacak” demiştim. “Bu saatten sonra gönül dakka durmaz / Onca vaatten sonra yalancı sana kimse inanmaz” demezseniz “Kaleminin oku aklınıza saplanacak” biçiminde değiştiriyorum cümlemi.
Aşağıya da size kitaptan tadımlık bir şiir bırakıyorum. Birhan Keskin’in dediği gibi: “Bırak, acımızı birileri duysun./ Hem zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun. (…) Kırk dert bir arada canına yandığım, kırkına birden deva olsun.”
gözlerini açıyor. kâbus ayaklardan başlayıp silinirken. zihinde siyah bir nokta olarak duruyor varlığı. bu noktayı büyütmek. kendini yeniden bulmak zorunda. her sabah yaptığı gibi. bunun için ilaçlar alıyor ve iki ayrı terapistle buluşuyor hafta içinde. elleri titreyerek gösteriyor içinden çıktığı fırtınanın izlerini. yeniden bulmak istediğini söylüyor budistlerin tathata dedikleri tam da bu sevincini. kimse yardımcı olamıyor hastalığın içine ektiği tohumu süpürüp atmasına. işte. o günlerden biri. ağustos sıcakları başladı. şeytan sokaklarda dolaşıyor. evinde saklanıyor. sesini çıkarmamaya çalışıyor avlanmamak için. annesini arıyor. memecil ses. bu sevgi. mayamsı kokular salgılayan karınsal bağ. onu koruyabilir mi zihindeki siyah noktanın şiddetinden. bilmiyor. seni seviyorum, diyor gene de. perdeleri çekiyor.